Güneşin kavurucu bakışları altında; suyun varlığı bir mucize, yokluğu ise birlanettir. Bu yoklukla varlık arasındaki uçurumda, suya dair her fısıltı birefsanenin yankısı gibidir. Belki de buyüzden Augrabies Şelaleleri’nin türbülanslı sularında kıvrılan dev bir yılanın hikâyesi kulaktan kulağa dolaşır.
Orange Nehri’nin kıyısında yer alanAugrabies, doğanın hem görkemli hemde ürkütücü yüzünü aynı anda sergiler. Khoi halkı, bu yere “büyük gürültünün yeri” anlamına gelen “Aukoerebis” adını vermiş. Suyun kayalıklardan aşağıya öfkeyle savrulduğu, yankının günlerce zihinde kaldığı şelalenin köpüren gövdesinin altında, ışıldayan pullarıyla devasa bir su yılanının (waterslang) yaşadığına inanılır.Başında elmas gibi parlayan bir taştaşır; gözleri hipnotik bir girdap gibi bakar derinliklerden. Onu gören,ya sonsuz bir servete ulaşır ya da suların altına çekilip sonsuzluğa karışır. Kimi anlatılarda bir koruyucu, kimisinde ise cezalandırıcı bir ruhtur.
Orange ve Sak nehirleri boyuncaanlatılan bu hikâyeler, sadece korkutmak için uydurulmuş masallar değildir. Khoi ve San halkları, suyun yalnızca fiziksel değil, ruhsal bir varlık olduğuna inanır. Waterslang; bu inancınşekil bulmuş halidir; doğanın dengesini bozanları cezalandıran, ona saygıduyanlara ise rehberlik eden bir güç.
Yağmurun uzun süre yağmadığı dönemlerde insanlar Waterslang’in kızgın olduğuna inanır. Onun affını kazanmak için eski ritüeller uygulanır,kurbanlar sunulur, hediyeler verilir.Çünkü eğer o isterse susuzluk sonsuza dek sürebilir ya da tufanlar bir anda her şeyi yutabilir. Efsaneler her nekadar gerçek dışı da görünse Karoo veKalahari’nin insanları, suyun peşindedoğar, suyun izinde ölür.
EFSANELERDEN GÜNÜMÜZE
Yerli kabile üyelerinin yaptığı gibiKaroo’nun toprak yolunda yalın ayakyürümeye karar verdim. Bu coğrafyada, yağmur çekirgeleri ötmeye başladığında, kırlangıçlar alçaktan uçtuğunda, kaplumbağalar yüksek yerlere yöneldiğinde, karıncalar olağan dışı hareketlendiğinde, hasat termitleri toprağınüzerinde vızıldadığındave kertenkeleler kuzeyedönüp kayaların üzerine tırmandığında; yağmurun geleceği bilinirdi.Zihnimdeki tüm bilgileriyoklayarak ufku dikkatlice inceledim ancak yağmurun yağacağına dair en ufak bir belirti bile göremedim. Güneş tenime alev parçasıgibi yapıştı; cildimi ısıttı, kemiklerimeişleyen bir kuruluk bıraktı.
Hafif rüzgâr yüzümü okşarken taşıdığı kuru tozlu hava dudaklarımıçatlattı. Ayaklarımın altındaki yol,yıllar boyunca güneşin altında sertleşmiş, incecik toz haline gelmiş toprağın üzerinde uzanıyordu. O tozunarasına gizlenmiş taş parçaları, ayağıma batıyordu. Ufalanıp savrulmakiçin Karoo rüzgârlarını bekleyen küçücük taşlardı bunlar. Bu batma, canyakan bir acıdan çok bir dürtü gibiydi. Beni her adımda tabiatla sessiz birdiyalog kurmaya iten.
Uzakta, bir Halladay rüzgar pompası Karoo’nun ortasında dönerek kuru otların hışırtısına karışan bir şarkısöylemeye başladı. Gıcırdayan kanatları, rüzgârın temposuna ayak uydurup, zaman zaman ince bir inilti gibiyükselip sonra susuyordu. Suyun yukarı çekildiği her turda, toprak suyadoyarken; kuru otlar hareketlendi,köklü bitkiler sessizce şükretti. Havaya karışan toprağın kokusu, çalıların arasına gizlenmiş yabani kekikle birleşti; Karoo’nun kurak ama direnen ruhunu içime taşıdı.
SUYU YERDEN ÇEKMEK
Karoo’ya ulaştığındazaten yaşlıydı Halladaypompası. Ama hâlâ işeyarıyordu ve asırlarca yarayacaktı da… 19. yüzyılda Amerika’da doğmuştu; kaderi rüzgârlaanlaşmak, suyu yerdençekmekti.
Rüzgârın gücünü kullanarak yeraltı sularını yeryüzüne taşıyan bu sistem, Karoo’da tarımın ve hayvancılığın gelişmesine büyük katkıda bulundu. Rüzgârla pazarlık yapmayı öğrenen insanlar, bu coğrafyada kaderlerini Waterslang’ın merhametine bırakmadan hayatta kalabileceklerini öğrendi.
Pompanın gövdesi paslıydı, yer yereğilmişti ama inadından bir şey yitirmemişti. Tıpkı bu topraklarda tutunan insanlar gibi. Burada yaşamak,başka her şeyden önce sabır gerektirirdi ve bu pompa sabrın kendisiydi.Küçücük yalağı dolduran su, sadeceçiftlik hayvanlarının değil, doğanında buluşma noktası olmuştu. Etleriiçin yetiştirilenlerle özgürce dolaşanlar, susuzluk karşısında yan yana gelmişti. Bu yalak, Karoo’nun ortasındageçici bir barış yeriydi; susuzluk karşısında herkes eşitti.
Cape Town’a dönerken yol boyunca karşıma çıkan yerleşim tabelalarına dikkat kesildim. Karoo’daki birçokkasaba ve çiftlik, suyun doğasını veyayokluğunu anlatan isimler taşıyordu:Soetfontein (Tatlı Pınar), Brakfontein(Tuzlu Pınar), Putsonderwater (SusuzKuyu), Verneuk Pan (Aldatan Göl)…Her biri bir hikâye fısıldıyor, biri susuzluğun, biri umudun izini taşıyordu.
SU YILANI…
Susuzluk sadece Karoo’nun kurumuştopraklarında değil; Konya Ovası’ndayeraltı sularının çekilmesiyle oluşandev obruklarda, Cape Town’da muslukların kapanmasına gün sayılan “DayZero” sabahlarında, Sahra’da göç yollarını belirleyen kurumuş kuyularda,Hindistan sokaklarında tanker beklentisiyle sıralanmış plastik bidonların arasında, bir çiftçinin çatlak ellerini göğe açarken içine gömdüğü çaresizlikte karşımıza çıkıyor.
İnsanlık, suya binlerce yıl boyunca ruh yükledi. Onu Waterslang gibi mitolojik varlıklarla korudu, kutsadı. Çünkü bilirdi ki su yalnızca hayat vermez; medeniyet kurar ve yıkar,düzen verir ve bozar, bağ kurar ve koparır, hafıza yaratır ya da unutturur.
Bugünse onu musluktan akan biralışkanlığa indirgedik. Unuttukça kirlettik, tükettikçe değersizleştirdik. Oysa “su”, artık her zamankinden dahakutsal. Çünkü yokluğu artık yalnızcaefsanelerde değil, gerçeğin tam ortasında kendini gösteriyor.